Türkiyede serbest nazmın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin öncüsü kabul edilen Polonya vatandaşı Nâzım Hikmet RAN, 3 Haziran 1963te, Moskovada öldü.
Sen yazmazsan, ben yazmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa diyordu.
Vira bismillah deyip, kalemi ele alalım.
Büyük dedesi Konstanty Borzecki, 1849 yılında Polonyadan İstanbula sığınan bir Katolikti.
Türkiyede Müslüman oldu. Mustafa Celaleddin ismini aldı. Orduya katıldı, Paşalık rütbesine kadar yükseldi.
Nâzım, 1902de Selânikte doğdu.
İlkokulu bitirince, Galatasaray Lisesinin hazırlık sınıfına yazıldı.
Ertesi yıl, bu okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisine verildi.
1917de Heybeliada Bahriye Mektebine girdi.
Deniz talebesi iken sağlık durumundan 16 Aralık 1919 tarihinde verilen üç ay hava değişiminden okula dönmemesi ve zabıtaca yapılan aramada bulunamaması itibariyle 17 Mayıs 1921 tarihinde okuldan kaydı silindi.
İstanbulun işgal altında olduğu günlerde Nâzım, coşkun bir vatan sevgisini yansıtan direniş şiirleri yazıyordu.
Mustafa Kemal Paşaya silâh ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla İneboluya geçti.
Ankaraya gitmek için burada beklediği günler içinde, İneboluda, Spartakistler olarak tanınan, sosyalizmi ve Sovyetler Birliğini öven kişilerle tanıştı. Giderek onların etkisine girdi.
Ankaraya vardıklarında kendisine verilen ilk görev, İstanbul gençliğini millî mücadeleye çağıran bir şiir yazmak oldu.
3 gün içinde yazdığı şiir, Matbuat Müdürlüğünce 10 000 adet bastırılıp dağıtıldı.
Bu şiirin yankıları büyük oldu. Mustafa Kemal Paşaya takdim edildi.
Daha sonra da Boluya öğretmen olarak atandı.
Boluda da kısa sürede Lenini öven, Sovyetler Birliğinden sitayişle bahseden bir çevreye girdi.
Genç yaşta bu etkilenmeden kaçınamadı. Moskovaya kaçmaya karar verdi. Gizlice Batumdan Moskovaya geçti.
Nâzımın gizlice Türkiyeden kaçışları, gizlice girişleri, mahkûm oluşları, tekrar tekrar kaçışları dönemi de böylece başladı.
Sovyetler Birliğindeki davranışlarından dolayı Türk vatandaşlığından çıkarıldı; 1963te de Moskovada öldü.
***
Nâzım, Ben eski Moskovalıyım, eski İstanbullu olduğum kadar diyordu; Moskova Havaalanına inince, Beni Stalin yarattı, asıl vatanıma geldim diyerek yeri öpmüştü.
Nâzımın kaçtığı Rusya, tarihin gördüğü en acımasız diktatörlerden biri olan Stalinin Rusyasıydı.
Rusya, Amerika sayesinde 2 nci Dünya Savaşının galipleri arasında yer almıştı.
Bu durum, Stalini küstahlaştırmış ve 1946da Türkiyeden Kars ve Ardahanı istemişti.
Türkiye, bu belâyı bir bakıma ABDnin desteğiyle defetmişti.
1950leri dünyası çok farklıydı ve Rusyanın vahşi genişleme plânı yürürlükteydi.
Türkiye, bu ortamda, Rusyanın uydusu olmamak için çırpınıyordu.
İşte tam bu noktada, Nâzım, bu kavgada Türkiyeyi işgal bahaneleri arayan Rusyanın yanındaydı, Türkiyenin değil
***
Hürriyet aşkıyla büyüyen bir adamın Marksist Rusyaya kaçmasını ve orada haksızlığın, zulmün, ahlâksızlığın, cinayetin, vahşetin binlercesine şahit olduğu halde tek satır yazmamasını herhangi bir kimse, açıklayabilir mi?
Nâzım, bir Japon kızının ölümüne bile şiir yazmış, gözyaşı dökmüştü:
Hiroşimada öleli/ Oluyor bir on yıl kadar/ Yedi yaşında bir kızım/ Büyümez ölü çocuklar
Ama, o, Rusyada en az 10 milyon insanın katledilmesine, evlerinden gece yarıları aç çıplak alınarak sürgün edilmesine göz yumdu, görmedi, dile getirmedi.
Azerbaycanda, Özbekistanda, Türkmenistanda, Kırımda, Ahıskada milyonlarca Türk sürgün edilip ya da öldürülürken Nâzım neredeydi?
Moskovada tabi
***
Nâzımın Stalin karşısındaki tavrı da ilgi çekici
Stalin, 28 yıllık diktatörlüğü sırasında milyonlarca kişiyi öldürtmüş, Türkistanda 14 000 cami ve mescidi yıktırmış, 270 000 din adamını kurşuna dizdirmişti.
Stalin, 5 Mart 1953te, öldüğünde Nâzım, Budapeşte Radyosunda ağlaya ağlaya şu mersiyeyi okudu:
5 Mart 1953/ İlk önce kim kime/ Metin ol kardeşim diyecek/ İlk önce kim kime/ Başsağlığı dileyecek/ Hepimizindi o/ Hepimizindir/ Yoldaşlarım/ Acınızı duyuyorum sizin kardeşleriniz gibi tıpkı/ Kardeşlerim/ Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden.
Stalinden sonra Sovyetlerde iktidar koltuğuna Kruşçev oturdu.
Kruşçev, Stalini tarihin en kanlı diktatörlerinden biri ilân etti.
Kemiklerini mezarından çıkarıp attırdı ve bütün şair ve yazarlara, Stalinin zulmünü anlatacaksınız diye emretti.
Nâzım, bu sefer Stalin yoldaşı yerden yere vurdu.
Yok oldu bir sabah/ Yok oldu çizmesi meydanlardan/ Gölgesi ağaçlarımızın üstünden, çorbamızdan bıyığı, odalarımızdan gözleri/ Kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın, tuncun, alçının ve kâğıdın.
***
Lenine ağıt yaktı:
Lenini görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924de
961de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
Partimden koparmaya yeltendiler beni
Sökmedi
Yıkılan putların altında
Ezilmedim.
***
Şiirlerinden bir kaçını hatırlayalım:
Örneğin çeşitli açık hava toplantılarında, ellerinde Türk bayrakları ile kalabalıkların hep bir ağızdan söyledikleri karlı kayın ormanında isimli şarkının sözlerinin devamı şöyle:
Karlı kayın ormanında
Yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
Elini ver, nerde elin?
.
.
.
Geceleyin, karlı kayın
Ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
Gündüz gibi görüyorum.
Şimdi şurdan saptım mıydı
Şose, tiren yolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
Pırıl pırıl Moskova.
(Doğrusu Türk bayrağı ile bu şarkı nasıl söylenir, anlamıyorum.)
-
Bir başka şiirde şair, Moskovaya hayranlığını dile getirmiş:
Altın aynalarda Moskova şehri.
Moskova evim, Moskova odam.
Moskova 19 yaşım, 60 yaşım,
Moskova öğretmenim, yoldaşım,
Moskova seni armağan etti bana.
-
Bir başka şiirinin tamamı şöyle:
Yağmurun içinde Berlinde şafak
Yağmurun içinde kuşlar ötüyor.
-
Son şiirlerinden birinde de diyor ki:
Fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda
Kuru fasulya gibi.
Kuru fasulyanın pilâkisi yapılır,
Benden o da yapılmaz.
***
Türk askeri, ülkenin gelecekteki milletlerarası organizasyonlardaki konumunu güçlendirmek için Korede kahramanca çarpışırken, Moskovadan Nâzımın sesi yükseldi:
Ne halt edeyim ? deme Ahmet,
Teslim ol.
Hâneni, köyünü,
memleketini seviyorsan şu kadarcık,
Teslim ol,
Hemen.
Hâneni, köyünü,
memleketini,
seni, celebe satanlara,
söylenecek bir çift sözün varsa Ahmet,
Teslim ol.
Yitirmedinse insanlığını,
çoluk çocuk naşıyla dolu
bir çukurda,
teslim ol.
Biz Türkler yiğitizdir.
Yiğitliğin zerresi kaldıysa sende,
teslim ol.
Teslim ol ananın başı için,
Teslim ol Türk halkı adına,
Ahmet kardeşim,
Kardeşlerine teslim ol.
Yanlış okumadınız, Türk askerine Teslim ol diyen, belirli kesimlerin Vatan Şairi
Bu şiir, 1951 yılında, Korede Çin uçakları tarafından siperlerimize atıldı.
***
1923te Moskovada yazılan ve Atatürke hakaret dolu 28 Kanuni Sani (Ocak):
Trabzondan bir motor açılıyor
Sa-hil- de- ka-la-ba-lık!
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva Kemalin omzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kâhyanın cebine inmiş
Kâhya adamların donuna
Uluyorlar
Hav..hav..hak..tü..
***
Tarih, 7 Aralık 1961.
Nâzım Hikmet, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Lideri Kruşçeve bir mektup yazmış.
Mektup, Komünist Partisinin Merkez Komitesi arşivinde
Milliyet Gazetesi tarafından, 21 Aralık 1992de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Belgelerinde Türkiye başlıklı yazı dizisinde de kullanıldı:
Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç,
19 yaşından beri, yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliğine bağlıyım.
Bolşevik Partisine, ilk olarak 1923 yılında üye oldum. Ardından, 1924 yılında, yine Moskovada 1925 yılı başlarında Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi oldum. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesini bitirdim ve parti işleri için Türkiyeye gittim. 1925 yılı sonunda, Ankarada yer altı çalışmaları gösterdiğim için gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım.
Sonra yine Moskovaya döndüm. 1928 yılında Türkiyede parti işleriyle uğraştım.O zamandan 1950 yılına kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırılmama karşın, toplam 17 yıl cezaevinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere, ilerici insanların mücadelesi sonucu cezaevinden çıkarıldım.
Ben, sayılı Komünist şairlerdenim. Çok mutluyum, çünkü Büyük Ekim Devriminin beşinci yıldönümünü Moskovada kutladım. Bu nedenle şiir de yazdım.
Artık, 10 yıldır Moskovada yaşıyorum, ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi, buradaki yaşama alıştım. Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç, yardım edin, ben Sovyet vatandaşı olmak istiyorum. En iyi dileklerimle
Kendi diyor: Kalbiyle, kafasıyla, geçmişiyle Sovyetler Birliğine bağlı olduğunu
1923te Bolşevik Partisine üye olmuş, Bolşevikler adına çalışmış, Milli Mücadeleye yardım etmemiş, tersine kendi ifadesiyle Ankarada yer altı çalışmalarına girişmiş.
Tercihini Türk Milletinden yana değil, Sovyetler Birliği vatandaşı olma yolunda kullanmış.
Olmamış.
Polonya vatandaşlığına geçmiş.
***
Türkiye Cumhuriyetinin Kültür Bakanı İstemihan TALAY diyor ki:
Nâzım Hikmetin bütün dünyada saygın bir yeri var, bunu kimse inkâr edemez. İnkâr etmek, inkâr edeni küçültür. (Hürriyet, 18.02.2001)
***
Sayın Özdemir İNCE de diyor ki:
Nâzım, tarihin bir döneminde politik bakımdan Devrimci Muhalif olmanın bedelini ödedi. Ve ödememesi mümkün değildi. Nâzım, Nâzımlığını yapmış ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de,Ben sana bunu yaptırmam diyerek, benzeri devletler gibi devletliğini göstermiştir. (Hürriyet, 20.01. 2002)
***
Bir başka tespit de rahmetli Ahmet KABAKLIdan:
Nâzım, 1950lerde DPnin himayesi altında hür olduğu halde, Türk kanunlarından ve öz yurdundan kaçmıştır. Üstelik, o zamanlar Türkiyeyi işgal bahaneleri arayan SSCBye sığınmıştır. Sığınış tarzı da, kendisine yakışmayacak kadar çirkindir.
Nâzım Hikmetin memur edildiği görevler ise hazindi: Demirperde deki Türkleri bize karşı kışkırtmak ve Türkiyeye, TC ye, Menderes e manzum dille sövmek, ilk göreviydi.
Benim ağrıma giden, Nâzım Hikmet gibi bir seçkin şairin, böyle küçük işleri kabul etmesidir. Her ne halse, bugün bunları hatırlatan da hatırlayan da kalmamıştır. Nâzım ölmüştür. Uğruna yok olduğu dava da ölmüştür. (Türkiye, 20.01.1992)
***
Gelelim, son değerlendirmeye
Herkes, kendi zamanının şartları içinde sorgulanmalı
Koca bir imparatorluk devrilmiş
Zamanın aydınları çıkmazlarda, kafa sancıları içinde
Kimi Batı diyor, kimi İslâm, kimi Komünizm
Sevenleri Onun ziyan edildiği inancında
Türkiyeden kaçırılmasını hazmedemiyorlar.
Ne denir ki?
SSCBnin iflâsı, Nâzım Hikmetin dünya görüşünü zaten bitirdi.
Nâzım, ABDye karşıydı ve SSCB yandaşıydı.
Eğer, Nâzımın isteği olsaydı Türkiye bugün Rusyanın uydusu olacaktı.
Türkiyenin bugün ABD yanlısı politikası büyük tartışma konusudur.
Ama, unutulmamalıdır ki, çok büyük bir kesim, Türkiyenin, Atatürkün istediği gibi tam bağımsız olma yönünde mücadele vermektedir.
Bana gelince
Nâzımın beş cildi kapsayan şiirlerinin tamamını altı ay arayla okudum.
Birkaç tanesini çok beğendim, çoğunluğu beni sarmadı.
Doğrusu ben Mehmet Akif ERSOY, Ahmet Muhip DRANAS, Cahit Sıtkı TARANCI, Orhan Veli KANIK, Attila İLHAN, Ahmet HAŞİM, Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, Ahmet Kutsi TECER, Ataol BEHRAMOĞLU gibi şairlerimizin şiirlerini okumaktan büyük keyif alıyorum.
Sevip sevmeme konusuna gelince
Birinin birini sevme hakkı varsa, başka birinin de sevmeme hakkı vardır.
Başka bir ülke toprağını öpen ve vatanıma geldim diyen insanı, sadece o ülke vatandaşına duyduğum saygı kadar sayar ve severim.
Hepsi bu
|